0 yorum

kış kafası huzurdur














0 yorum

transylvania

0 yorum

kaldırım serçesi

0 yorum

0 yorum

micmacs

0 yorum

baka dilde aşk

0 yorum

vengo

0 yorum

eşkiya

Özlemiştim. Ne garip hayat ya! Kim bilir belki de bir sonraki izleyişimde Uğur Yücel'den daha büyük olcam. Zincirleme hatıralar geçidi, bi burukluk, bi eziklik...

0 yorum

beetlejuice

Bıkılır mı acaba bu filmden?

0 yorum

Where the wild things are

Spike Jonze harikası. Maurice Sendak'ın 1963'te
yazdığı kitaptan uyarlama. Hatta Sendak'ın
kitabı için yaptığı çizimler de filme geçirilmiş.
İzlenmeli en yakın zamanda.
Ayrıca Pandora'da kitabını buldum.
Şimdi de kurt kostümünden istiyorum.
Hatta Max gelsin nüfusuma geçsin
evimde kalsın istiyorum. O nasıl bir
oyunculuk o nasıl bir şekerlik. Gelsin
bütün masallarını dinlerim onun.
Müzikler Yeah Yeah Yeahs'ten
Karen O imzalı ve müthiş.

0 yorum

Napoleon Dynamite

Jared ve Jerusha Hesse çiftinin yazdığı film. Daha önce jeneriğini görüp bayılmıştım ama izleyene kadar yıllar geçti. Çoğu filmde nerd lan bu, ahaha losera bak diye eziklenen anti-kahramanlar olur ya bu filmde onlardan biri kahraman. Onun hikayesini izliyoruz, en çok ona yakın hissediyoruz. Gerçi diğer karakterler de bence efsane. Hepsi ayrı ayrı inceleme altına alınmalı izlerken. Pedro Sanchez, Rico amca, Kip, büyükanne, bahçede yaşayan lama... İnsanın ömrüne ömür katar öyle bir aile =) Film bitince hooop diye kapamayın bekleyin sonuna kadar. Creditsten sonra devam ediyor zira...

0 yorum

Radio Days

1987 yapımı Woody Allen filmi. Radyonun kitle iletişim aracı olarak günlük hayatta önemli rol oynadığı 40lar, Allen'in çocukluğu. Film boyunca oyunculardan birinin sesine kafayı taktım bunu nerden tanıyorum diye. Hayır İngilizce konuşan kaç tane tanıdığım var ya da deli gibi izleyip sesine alıştığım kaç dizi, film oyuncusu var ne alaka bu kadın diye düşünürken filmi bitirdim. Sonra Marge Simpson'ı seslendiren kadın olduğunu öğrendim ekşiden... Evet tekrar izleyeceğim =)

0 yorum

İspanyol Pansiyonu


İspanyol Pansiyonu 2002 yapımı bir Cedric Klapisch filmi. Başrolde Gadjo Dilo'da da oynamış olan Romain Duris ve Audrey Tautou var. Erasmus programı için İspanya'ya gitmeye karar veren Fransız Xavier'in havaalanında tanıştığı bir çiftin evlerinde bir süre kalmasıyla başlayan ve daha sonra bulduğu bir öğrenci evinde yaşadığı olaylarla devam eden 1 yılını izliyoruz. Bir çok farklı ülkeden öğrencilerin beraber yaşadığı evde ortak bir yaşamda rahat yaşayabilmek için buldukları çözümler, kurdukları düzen içerisinde birbirleriyle olan ilişkileri,yardımlaşmaları ve düzenlerini korumak için yaptıkları filmi ilginç kılan noktalardı. Telefonun durduğu yerde duvara astıkları kağıtta aranan kişinin evde olmadığı farklı dillerde yazılıydı ve beni en çok gülderen sahnelerden biriydi. Filmle ilgili yeni öğrendiğim bir bilgi de

Les Poupees Russes isimli bir Klapisch filminin bu

filmin devam niteliğinde olduğu.

0 yorum

Pera Müzesi




Arkadaşlar Pera Müzesi giriş ücretleri şu şekilde

Tam: 7 TL

Grup: 5 TL (10 kişi ve üstü) İndirimli: 3 TL (12 yaş üstü öğrenciler, öğretim görevlileri, 60 yaş ve üstü)

Ücretsiz: Engelliler ve her engelliye refakat eden bir kişi, 12 yaş ve altı çocuklar

Genç Çarşamba: Her Çarşamba Pera Müzesi öğrencilere ücretsiz.


Ziyaret Saatleri
Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00
Pazar 12.00 - 18.00
Müze Pazartesi günleri kapalıdır.


0 yorum

Botero canımın içi...



Mevlüt Akyıldız sergisini kaçırıp kafamı muhtelif yerlere vurduktan sonra, cuma günü ne yaptım ettim gittim Botero sergisine.Bu iki ressamın bende yarattığı neşe birbirine denk. Sergiye dönecek olursak 64 eseriyle Botero 18 Temmuz'a kadar Pera Müzesi'nde. Üstelik Peter Schamoni'nin yönetmenliğini yaptığı 90 dakikalık bir film de görebilecekleriniz arasında.Ücretsiz olan bu etkinliğin gösterim saatleri şu şekilde:


7 Çarşamba 19:00 / 9 Cuma 19:00 / 10 Cumartesi 15:00 /11 Pazar 15:00

14 Çarşamba 19:00 / 16 Cuma 19:00 / 17 Cumartesi 15:00 / 18 Pazar 15:00


Sergi sirk, boğa güreşi, Latin Amerika yaşamı, Latin Amerika halkı, ölüdoğa ve sanat tarihinin ustalarından uyarlanan eserlerle 6 bölümden oluşuyor.

Ayrıca Pera Müzesi'nin bir diğer hoşluğu Pera Cafe'de "Kolombiya Mutfağından" isimli bir mönü hazırlamış olması. Tabi bu mönünün sergi kapsamında hazırlandığı ve 18 Temmuz tarihine kadar geçerli olduğu gibi bir nokta da var.


Biraz da Botero'nun yaşamından bahsetmek istiyorum. Kolombiyalı sanatçı 4 yaşındayken babasını kaybeder ve fakirlik içerisinde büyür. Kendisini de zaten 'en dibi zaten görmüş biriyim' şeklinde tanımlar. Kafasını boğa güreşleriyle bozmuş olan dayısının ısrarlarıyla 12 yaşında Boğa Güreşleri Okulu'na başlar fakat boğayla göz göze geldikleri anda o kadar yürekli olmadığını anlar. Ama boğa güreşine olan tutkusu bitmez ve eline ne zaman kağıt kalem geçse boğa ve matador çizimleri yapmaya devam eder. Büyüdüğü şehir tutucu ve sanatla uzaktan yakından alakası olmayan bir şehirmiş ve Botero ilk gerçek resmi 19 yaşında bir müzede görmüş. Picasso hakkında yazdığı bir yazı sebebiyle de üniversiteden atılmış.


0 yorum

Dancer in the dark

Laes von Trier'in müzikali. Björk'ün canlandırdığı Selma karakterinin hayal müzikali. Bir fabrikada çalışan, oğluyla karavanda kalan, kör olmak üzere olan, ek işlerle biraz daha fazla kazanmaya çalışan, deli gibi para biriktiren ve oğlunun ihtiyacı olacağı ameliyat için para denkleştirmek için didinen, sonrasında uğradığı iftira, parasını kaptırmamak uğruna işlenen cinayet, hapishane, hücre ve darağacı. Kısacası ömür törpüsü... Hayatta, gerçekten kaşındığım anlarda, kendi kendime mutsuzluklar çıkardığımda, izleyebileceğim bir film. Yazacak ne kadar az şey ve düşünecek ne kadar çok şey var...


imdb puan: 8

0 yorum

The Cat Returns

The Cat Returns Hiroyuki Morita'nın 2002
yılında yaptığı bir anime. Haru adlı kızın çok küçükken kurtardığı bir kediyle, seneler sonra başka bir kediyi daha kurtarmasıyla yolu kesişir. Bir kedi krallığı, evlendirilmek üzere kaçırılan kız ve diğer kedilerin onu kurtarma macerası çok keyifliydi. Arada şöyle bir şey diyordu kediler içerisinde en sevdiğim olan Baron Haru'ya: kendin olmak için ne yapman gerekiyor bunu düşünmelisin. O zaman, hiçbir şeyden korkmazsın.

imdb puan: 8

0 yorum

Kiki's delivery service

1989 yapımı bir Miyazaki filmi. 13 yaşına gelen Kiki cadılık eğitiminin bir parçası olan kendi ayakları üzerinde durma hadisesi sebebiyle evinden ve ailesinden ayrılarak bilmediği bir şehire gitmeye karar verir. Ailesi de cadı olduğundan makul olan bu kararı uygulamak için Kiki sadece kedisi ve babasından aldığı radyo ile evinden ayrılır. Yerleştiği şehirde hiç cadı yoktur ve Kiki çalışacak bir fırın bulur ve üst katta kalabileceği bir odaya da kavuşmuş olur. Kendi işini kurması biraz tesadüfen de olsa kuryelik Kiki'nin hem zorlanmadan yapabileceği hem başarılı olabileceği tek iştir sonuçta. Yeni arkadaşları, kedisinin başka bir kediye aşık olması, Kiki'yi kahramanlık mertebesine yükseltecek bir kaza, Kiki'nin korkuları ve karşılaştığı engelleri aşması gibi bir çok yeni şey Kiki'nin hayatındaki değişikliklerdir.


imdb puan: 8

0 yorum

New York I love you

New York'ta olan ama bitmeyen 15 hikaye daha doğrusu hikayecik ya da kocaman hikayelerin ufak kesitleri... 15 yönetmenin ortak çalışması. Benim için en önemli özelliği Uğur Yücel'i bu kadar sevip neden bütün filmlerini izlemediğimi düşündürtmesi ve harekete geçirmesi. Birbiri içerisine girmiş öyküler, kesişen yollar, farklı hayatların ortak paydaları gibi düz bir mantıkla olacakları bekledim ama tam olarak böyle olmadı. Peşpeşe sıralanmış hikayeler gibiydi ama birkaç tanesi bölünerek diğerlerinin aralarında kurgulanmıştı. Bazı hikayelerdeki insanlar karşılaştı diğerleri kendi anlatıları içerisinde kaldı. Bazılarını tekrar görmeyi umdum, bazılarında bu olay burda kalsın dedim. Anlayamadığım, anlamak için kafa yormayıp nasıl olsa bir yerlerde ben bunu çözerim diye düşünüp diğer hikayelere daldığım için bazı yerler bende kayıp açıkcası. Bir hikayede durgunluk yetiyorken ve verdiği his daha önemliyken bir başkasında ufak bir çarpışmanın ardından arka arkaya gelen detaylar daha dikkatli izlenmesi gereken bir hikayeyle başbaşa olduğumuzun sinyallerini veriyordu. Sakin kafa, sağlam bir dikkatle bu film de tekrar izleneceklerin arasında yerini aldı...


şmdb puan:6

0 yorum

raging bull


















Raging Bull

Jack La Motta'nın kaleme aldığı özyaşam öyküsünden uyarlanmış olan Raging Bull, 1940larda geçen siyah beyaz bir film. Boks şampiyonluğundan açtığı barda yaptığı komedyenliğe kadar uzanan hikayesinde La Motta'yı canlandıran De Niro bir yıl boyunca La Motta'dan boks dersleri almış ve kısa sürede çok iyi bir boksör olmuş. Rolün hakkını fazlasıyla vermiş ve çekimler sırasında kırdığı kaburga kemikleri, kazandığı maçlar, aldığı 25 kilo gibi ilginç detaylar bunun en büyük kanıtlarından. İyi ki De Niro kendini bu kadar kaptırmış ve bu film olmuş. En iyi kurgu Oscarını almış olsa da La Motta ortaya çıkan işten pek memnun kalmamış. Yönetmen Scorsese'ye rolü kendisinin oynamak istediğini belirttiğinde destek görmediğinden ya da izlerken hatalarıyla ve acı gerçekleriyle tamamen yüzleştiğinden olabilir bu memnuniyetsizlik. Garip tutumları, hırsları, kıskançlıklarıyla dünyayı hem kendine hem karısına dar ettiğinden de pişmanlık duymuş olacak ki ilk gösterimde filmi beraber izlediği eski karısına o kadar kötü olup olmadığını sormuş. Daha da kötü olduğu cevabı muhtemelen La Motta'yı bok gibi hissettirmiştir.

imdb puan: 8

0 yorum

freaks





















1932 yılında çekilen bu filmin yönetmeni Tod Browning'e asıl ün kazandıran film Dracula'dır.
1914 yılından itibaren 63 filme imza atmış yönetmenin kariyerini bitiren olayın ise bu filmi çekmek olduğu söylenir. Sessiz sinema döneminde pek çok korku filmi çeken Browning, bu dönem bittikten sonra da içinde korku öğeleri barındıran filmlerine devam etmiştir. Freaks filmi 1960'lı yıllara kadar 30 yıla yakın süre yasaklıydı. Şu anda kült filmler arasında yer alsa da gösterime ilk girdiği tarihlerde insanlar sinemalarda çığlıklar atarak izlemiş, salonları terketmiş ve filmi korkutucu bulmuşlar. Amerika'nın önce filmi sansürlemesi ardından gösterimden tamamen kaldırması ve çoğu ülkede yasaklı film olarak anılması sebebiyle yapımcılar Browning'le çalışmak istememişler. Bugün bile insanların filmi rahatsız edici bulduğu düşünülürse o yıllarda insanların bu tepkisi çok da garipsenecek bir şey değil.

imdb puan:6

0 yorum

kırık kucaklaşmalar


Los Abrazos Rotos, Pedro Almodovar'ın son filmi. Kırık kucaklaşmalar olarak çevrilen bu film, yine hem renkleriyle hem müzikleriyle çok sevdiğim bir Almodovar filmi oldu.

Mateo olarak yaşadığı hayata Harry olarak devam eden, etmek zorunda kalan bir yönetmenin yaşadıkları, sırları, ondan saklananlar, kabullenmeleri üzerine bir film. Hayatının kadınını ve yaşamının en önemli amacı olan mesleğini yapmasındaki en önemli şey olan gözlerini kaybeden Mateo bundan sonra yazdığı tüm hikaye ve senaryoları Harry Caine ismiyle imzalar. Yaşadığı korkunç kazanın öncesinde ve sonrasında olan bazı olaylar hem hatırladığı gibi değildir hem de saklanan kısımlar vardır. Gerçekleri öğrenirken bir karar verir ve üzerinden seneler geçen filminin kurgusunu gözleri görmese de içine sinecek şekilde tekrar yapar.

imdb puan:8

0 yorum

9.99

Stop motion işler büyük bir emek ve zaman gerektirdiğinden bence çok kıymetlidir.

Filmde bir apartmanda yaşayan insanların türlü dertleri, çözümleri ve yaşamdaki duruşları var. Bence güzel tarafı da bu insanların çok sürprizli olmayıp gidişatlarıyla vazifenin durumundan ipuçları vermeleriydi. Oyuncak almak için para biriktiren çocuğun,sevgilisi için vücudundaki tüyleri aldıran adamın,kitaplardan öğrendiklerini uygulamaya çalışan çocuğun hepsinin tavırları çok tutarlıydı ve bence en çok filmin bu özelliği filmin derli toplu anlatımına katkı da bulunmuş. Film durağan değildi, sıkıcı da değildi ama tatlı bir yavaşlığı vardı ve keyifliydi.

imdb puan:6

0 yorum

Gadjo dilo

Tony Gatlif'in çingenelerin yaşamını konu alan filmlerinden biri... Kendisi de bir çingene olan Cezayir asıllı Gatlif hem yazmış hem yönetmiş.

Film çok çok güzel. Ama müziklerini nasıl anlatabilirim şimdi burda ben? Frida filminin soundtrack albümü benim için çok özeldir ve sanırım bu filmin albümünü de 1500 kere falan dinleyeceğim. Filmde bir gadjo (yani bizim çingenelerimizin deyimiyle gaco yani çingene olmayan kişi) aradığı bir müzisyen için geldiği Romanya'da yeni bir hayatın içinde yaşamaya başlar. Filmde de hayattaki gibi bir çingeneler vardır bir de diğerleri yani gadjolar. Kültürleri, eğlenceleri,yaşam tarzları, müziklerinin dışında, çingenelerin üzüntülerinin, birbirlerine olan bağlılıklarının da bambaşka olduğunu bir kez daha görüyoruz. Filmi seyrederken içmek istedim ve aklımdan sürekli, tanımadığım, insanlarının dilini bile bilmediğim yerlere gitmenin ne kadar müthiş olacağı geçti. Bir de müziksiz yaşamanın ne kadar mümkünatsız olduğu.

imdb puan:9

0 yorum

Roman Holiday

Roman Holiday filmi 1953 yapımı siyah-beyaz bir film ve tüm zamanların en romantik 20 filmi arasında diye duymuştum. Bunun doğrulunu araştırırken IMDB'de en iyi romantik filmler arasında göremedim ama ilginç bir bilgiye ulaştım. Şimdi şöyle bir durum var ilk 50'de, 8.4 oy oranıyla 13. sırada Kibar Feyzo var. Eternal Sunshine of Spotless Mind'ın hemen altında. En yakın zamanda izlemem lazım çünkü senelerdir izlemediğim bir film bu ve hiç hatırlamıyorum. Roman Holiday'e dönecek olursak film Audrey Hepburn'e ilk Oscar'ının kazandırmasının dışında onun ilk ciddi rolüdür.

Filmde, yoğun bir koşuşturmaca ve protokollerden sıkılmış bir prenses ve haber yapmak için kendisiyle ilgilenen Amerikalı bir gazetecinin Roma'da yaşadıkları bir günü izliyoruz. Roman Holiday daha sonra çok fazla sayıda filme konu olmu hatta Yeşilcam bile taklidini yapmış. Kartal Tibet ve Filiz Akın, Türker İnanoğlu'nun yönetmenliğini yaptığı İstanbul Tarihi filminde değişik bir versiyonunu canlandırmışlar.

imdb puan:8

0 yorum

Adaptation

Being John Malkovic filminde olduğu gibi Adaptation'ın da senaryosunu Charlie Kaufman yazmış,Spike Jonze yönetmiş. Ben iki oturumda izleyebildim ama beğendim de=)Benim için akıcı bir film değildi ama sıkıldığım noktalarda ya beni derin düşüncelere iten bir sözle ya da hızlanan bir tempoyla geri çekti. Tutkular ve vazgeçişler, bol çabayla kazanılan zaferler, sanılanla yaşananların çok da örtüşmemesi, yaratma sürecinde çekilen kahırlar...

Filmde Kaufman'ı oynayan Nicolas Cage aynı zamanda bir diğer Kaufman olan Donald'ı da canlandırmış. Donald, Charlie Kaufman'ın filmdeki ikizi. Charlie dış görünüşü ve kusurları sebebiyle fazlasıyla gergin ve mutsuzluj yaşayan, atılgan olmayan, temkinli ve kontrolu sağlamak adına çok da rahat yaşayamayan biri. Bunun yarattığı baskı işine ve özel yaşantısına şüphesiz kötü etkiler bırakıyor ve üzerinde çalıştığı senaryoyu yazarken tutuk ve güvensiz. Donald ise tam tersine sosyal ilişkilerde girişken, keyifli ve öyle ya da böyle bir şekilde senaryosunu tamamlayabilen biri. Üstelik başarılı bir şekilde. Charlie ise vaktini senaryolaştırmaya uğraştığı kitap işini nasıl kotaracağını bulmaya harcar. Kitap bir orkide tutkunu olan adamın üzerinedir ve yazarla tanışmamış olsada Charlie kadını fazla önemser ve karşılaşmalarını sürekli engeller. Olaylar tabi bir noktadan sonra sarpa sarar, garip gerçekler ortaya çıkar, ölenler olur, aşklar tazelenir ve Charlie senaryosunu kardeşinin de yardımı sayesinde bitirir.

imdb puan:7

0 yorum

Mükemmel bir gün

Listede olmayan bir film bu. Pazar günü hem kötü havanın bozduğu moralimi biraz düzeltir hem de annem de sever diye düşünerek izlemek istedim. Ferzan Özpetek filmi olduğu için yine Sezen Aksu çalıyor (tıpkı Fatih Akın filmleri gibi) ve yine Serra Yılmaz çok ufak bir rolle, dondurmacı olarak karşımıza çıkıyor. Film boşanmış bir çiftin son 24 saatini konu alıyor. Eski karısına hala aşık olan ve çocuklarla beraber eve dönmesini isteyen bir adam, mutsuz ve umutsuz hayatlar, kadının ayakta durma çabası... Adına aldanıp öyle gökkuşakları, kalpler, neşeli danslar falan beklemedim, bir sürpriz olacağı belliydi ama tam bir dram bu. Filmin müzikleri yine çok güzel...


imdb puan:6

0 yorum

Man on the moon

Jim Carrey'nin abartılı oyunculuğu rolü gereği de olsa beni hep iter ve içimden hiç izlemek gelmezdi. Gerçi Eternal sunshine of the spotless mind'da bu önyargımı kırmış olsam da yine bir komedi, yine tonla atraksiyon durumu var bu filmde de sanmıştım. Andy Kaufman'ın hayatını canlandırdığı filmde müziklerin tamamı REM'e aitmiş. Ve Man on the moon finale saklanmış, iyi de olmuş. Filmde şaşırdığım nokta ise Courtney Love oldu.

Andy Kaufman'ın şov dünyasına girmeden önce ufaktan alıştırmalar yaptığı küçük odasında babasının seyircisiz oynamasını yasaklaması ve Andy'nin seyirci diye karşısına aldıklarının duvar kağıdı deseni olduğunu yüzüne vurmasıyla ilk golü attı bana. Sonrasında şovmen olmaya giden yolda yaşadıkları, televizyon dünyası, bize verilenlerin mutlak doğru olmadığı ve reklamlar girdiğinde ordaki dünyanın bambaşka olması gibi bilinen şeyler hem hüzünlü anlar hem sinir bozucu durumlar içerisinde aktarılmış. Çok fazla detaya girmek istemiyorum çünkü izlemenizi umuyorum ama son olarak hayat verdiği 2 farklı karakterle tutunma çabası, ölümü, dönüşü ve I'll Survive şarkısı beni benden aldı...

imdb puan:8

0 yorum

Amadeus

Milos Forman'ın yönetmenliğini yaptığı Amadeus

defalarca izlemeyi düşündüğüm çarpıcı bir film. Bir Mozart hikayesi izleyip, o dönemin kültür ve din referanslarına doyarım sanıyordum. Filmin adının Amadeus olması zaten beni kronolojik sırayla bir şeyler izlemeyeceğime ikna etmişti. Bir insan olarak Amadeus muhakkak çok farklı şeyler gösterecekti ama bu sadece onun hayatı da değil. Kraliyet sanatçısı olan Salieri'nin hırs, kıskançlık, takıntı ve kompleksleri çok insanca, insana ait duygular ama dozu çok fazla. Tanrıyı sorgulama tarzını, hayatı kendisine zehir etmesini ve müziğin aşk mı yoksa onu ezen bir beton mu olduğunu anlayamadım. Çaresizliğinin boyutu tanrıya savaş açmasına sebep olacak kadar büyükmüş. Filmde içimi acıtan çok fazla nokta oldu. Karısının parayla bozmuş olduğu kafası, babasına olan acımazsızlığı, Amadeus'un günden güne bozulan ruh ve beden sağlığı, cenaze gününün olmazsa olmazı karanlık bir hava ve yağmur, ardından toplu bir mezara pat diye bırakılan bedeni ve üstün körü fırlatılan kireç, requiem'i yazdırdığı son anları, Salieri'nin kaldığı hastanedeki insanların yaşadığı koşullar, zincirler, kafesler... Akılda filmden geriye en çok Amadeus'un o muhteşem kahkahası kalıyor bir de.

imdb puan:9

0 yorum

Twin Peaks : Fire Walk With Me


Twin Peaks : Fire Walk With Me

David Lynch'in gerim gerim gerdiği bir film benim için bu. İlk yarım saat keyifli gitti. Çözülmek istenen bir cinayet, kasabadaki lavuk şerif ve ajan Chester Desmond muhabbeti güzeldi. Ama sonrası beni yordu. Rüyalar, halüsinasyonlar,sol kol olduğu söyleyen bir cüce, babanın şiddeti ve sonrasında dengesiz tavırları,seks partileri... Kafamda oturtamadığım, benim için muamma bir sürü detay var hala. Tekrar izlenmeyi düşünüyorum. Filmin en başında ajanla tanıştırılan ucubeden hallice kadının üstü başı, hali tavrı, her bir hareketi bir çok anlam taşıyor, bunlar söylenene kadar da dikkat çekmiyor.
Desmond'u canlandıran Chris Isaak ve David Bowie ise filmin sürpriz oldu.

imdb puan:6